Geçtiğimiz on yıl pandemi, derinleşen ekonomik kriz ve korumacı politikaların tepemizde sarkaç gibi salındığı bir dönem olarak anılacak gibi görülse de iklim değişikliği somut olarak birçok ülkenin gündemine girdi. 2022 yılında Paris Antlaşması’na hala imza atmamış olan 5 ülke olmasına rağmen iklim krizi gerçeği devletlerin önünde neredeyse inkâr edilemez bir hal aldı. Paris Antlaşması’nın ortaya koyduğu 2050 yılına kadar net sıfır ve 2030’a kadar küresel emisyonlarda %45 azaltım hedefinin gerçekleşmesi için önümüzde duran iklim değişikliği inkârcılığı, ekonomik sorunlar ve teknolojik sınırlara rağmen kısa zamanda büyük yol kat etmemiz gerekiyor.
İçinde olduğumuz enerji krizinin -COP27’de de gündeme geldiği gibi- fosil yakıt çözümlerini tekrar gündeme getirmesi hedeflerde gevşeme ve ertelemelerin sinyallerini gözler önüne serdi. Ekonomik sorunların ve enerji krizinin, gerçekleşmesi gereken iklim hedeflerinin önüne her an geçebilir durumda olduğu aşikâr. Afrika’nın doğalgaz pazarına girmesi konusundaki girişimler, ev sahibi Mısır’ın ve Arap Grubu ülkelerinin fosil yakıtlardan çıkış konusundaki kararların önüne geçmeye yönelik beyanları hala daha fosil yakıtların masada durmasına yönelik çabaların canlı kanıtıydı.
Bütün bunlara bakılacak olursa, iklim değişikliği ile mücadelede atılan adımlar, iktidarlar ve politika yapıcılar için emisyon hedeflerini tutturmaktan ziyade doğabilecek sosyal ve ekonomik krizleri önlemek ya da ertelemek için bir araç olarak gündemde tuttuğu anlaşılıyor. Bu bakışın temelinde ise kuşkusuz sınırlı dünya kaynakları ve finansal imkânlar ile büyüyen tüketimi sorunsuz bir şekilde karşılama gerçeği yatıyor ancak önceliğin artık iklim dostu bir büyüme anlayışından yana olması şart.
2021 yılında iklim değişikliğinin insan kaynaklı etkenlerden kaynaklandığının kesin olarak dile getirildiği bir Değerlendirme Raporu’nu takip eden COP 26 zirvesinde 1,5 derecelik bir ısınmanın dahi öngörülemez çevresel felaketlere yol açacağı gerçeği dillendirildi. İçinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini göz önünde bulundurursak, en kısa zamanda en hızlı şekilde hayata geçirilecek bir karbonsuzlaşma dışında başka bir şansımız yokmuş gibi görünüyor. Birçok ülkenin emisyon azaltım performansı oldukça yetersiz ve katkı beyanlarında belirtilen rakamları gerçekleşmediği durumda herhangi bir yaptırım olmadığı gibi bağlayıcı olmayan bu hedefler gelecek projeksiyonlarımızın temelini oluşturuyor.
Pekiyi, insan faaliyetlerinin devamlılığı ve ekonomilerin güvenliğinin birçok devletin ve kurumun en büyük önceliği olduğunu düşünecek olursak, iklim değişikliği ile mücadele için atılan adımlara nasıl bakmalıyız? Bu adımlar sadece günü mü kurtarır yoksa küresel ısınmayı tersine çevirecek bir geleceği inşa edebilir mi? Ülkelerin kapasiteleri ve kaynakları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun elimizdeki teknolojiler, politik ve finansal araçlarla yapılacakların bir sınırı olacağını düşünecek olursak nereden başlamalıyız? Geldiğimiz nokta ve uluslararası gelişmeler genel anlamda olumsuz bir tablo yaratsa da günün sonunda geleceğimizi değiştirmek bizlerin elinde.
Paris Anlaşması’nın kurallar kitabının tamamlandığı ve genel anlamda bir kazanım olarak görülen Glasgow zirvesinde sağlanan en büyük çıktılar ormansızlaşma ve metan salımlarının önüne geçilmesi oldu. Karbon yutaklarını koruma ve karbon emisyonlarına göre daha çok küresel ısınma potansiyeli olan metan salımının azaltılması kısa zamanda hızlı sonuç alınabilecek çözümler olarak ön plana çıktı. Aslında bu adımlar hâlihazırda bedelini ağır ödediğimiz ve sadece önüne geçerek kolayca sonuç alabileceğimiz konuları kapsıyor. Devletlerin bir işbirliği sonucunda ortak kararlılıkla ortaya koyduğu bu adımlar karşısında sivil toplum “kolaya kaçıldığını” ve büyük sorumlulukların hala geleceğe bırakıldığının farkında.
COP27 ise herhangi bir fosil yakıt türünden çıkılması konusunda herhangi bir kararın alınmadığı ve uygulama programının oluşturulmasına yönelik somut bir iradenin ortaya konmadığı bir COP oldu. Gelişmekte olan ülkelerin zarar ve kayıplarına yönelik finansman mekanizmasının karar metinlerine girmiş olması Afrika COP ’unun en büyük kazanımı olarak görülüyor. Gelişmiş ülkeler 2020 yılı itibariyle kapasite geliştirme için yıllık 100 milyar dolar kaynak oluşturma hedefini gerçekleştirememiş dahi olsalar, gelişmekte olan ülkelerin sesinin en gür duyulmasının beklendiği Afrika COP ’unda bu kararın alınması büyük önem arz ediyor. Fon büyüklüğü, tarafların katkı payları ve diğer yükümlülükler gibi detaylar somutlaşmamış durumda ve gene “kolaya kaçılıp” kaçılmadığını anlamak için 2023 yılı boyunca gözlerimiz kayıp ve zararlar fonunun detaylarında olacak.
Fosil yakıtlardan çıkış konusunda bir takvim geliştirme ve uygulamalara yönelik adımların atılmadığı COP27’nin gölgesinde yayımlanan IEA’nın Kömür raporu kömürün hala elektrik üretiminde ve küresel emisyonlarda en büyük paya sahip olduğunu ortaya koyuyor. Ulusal emisyon envanterlerinde hızlı bir düşüş ve küresel ısınmanın 1,5 C ile sınırlandırılması için kömürden çıkış en hızlı ve “kolay” yol olarak gözüküyor. Tükiye’nin de dahil olduğu bir çok ülke piyasası için kömürden çıkış ve yenilebilir enerji kaynaklarına geçiş her zamankinden daha ekonomik ve teknolojik anlamda olgunlaşmış vaziyette[i]. Türkiye’deki şu an faaliyet gösteren yaklaşık 10,5 GW büyüklüğün kömür santrali arazilerine – hiçbir ek çevresel etki yaratmadan – Türkiye’nin toplam kurulu gücünün %13’üne denk gelen 13,19 GW büyüklüğünde güneş santrali kurulabilir durumda[ii]. Kolaya kaçma reçetelerini malumun ilamı olarak görmek ya da hafife almak yerine hepimiz her ölçekte kolaydan başlayarak büyük işler yapabiliriz!
[i] https://ember-climate.org/insights/research/turkey-coal-wind-solar-costs/
[ii] https://ekosfer.org/wp-content/uploads/2022/03/komur-sahalarinin-gunes-potansiyeli.pdf
Murat Ünal / 30.12.2022
Diğer Bloglar