Küresel ısınmadaki artışı ve küresel ısınmanın etkilerini sınırlamak için en temelde yapmamız gerekenin karbonsuzlaşma olduğu hepimizin malumu. Bunun için tek yolun global emisyonlarda kalıcı ve istikrarlı düşüş sağlanmasından geçiyor. Bunu sağlayamadığımız takdirde ise adaptasyon için çok daha zorlu koşullarla başa çıkmamız gerekecek. Karbonsuzlaşması zor olan sektörlerin varlığı, ekonomilerin ve altyapıların ülkeden ülkeye gösterdiği farklılığı göz önüne alındığında, emisyonlarda kalıcı düşüş konusunun ne kadar çetrefilli olduğu ortada. Sonuç olarak emisyonların azaltılması konusunda büyük bir ilerleme kaydedemediğimiz takdirde “kötü” şöhrete sahip jeomühendislik uygulamaları, meteoroloji ve iklim olaylarına müdahale gibi konular sıkça dillendirilir bir hal alacak.
Bu kadar maliyetli ve doğanın dengeleriyle oynamayı gerektiren çözümlere sıra gelmeden önce yapabileceğimiz her şeyi yapıp yapmadığımızı öncelikle kendimize sormamız gerekiyor. Aslında yeni teknolojilere yüklediğimiz temiz enerji üretme misyonu ve adaptasyon konusunda hayata geçirilecek yenilikleri bir mucize olarak görmek yerine doğanın kendi döngüleri içinde sağladığı imkânlar iklim kriziyle mücadelede önemli birer anahtar. IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu’na göre gerçekleşen karbon döngüsünün doğal bir sonucu olarak okyanuslar ve karalar (bitki örtüsü, turbalık alanlar, bataklıklar) atmosferdeki karbondioksitin %56’sına karşılık gelen bir kısmını tutuyor. Sadece karbon yutak alanlarının korunması ve artırılması ile bu oran çok daha yukarılara taşınabilir ve iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir yol kat edilebilir.
COP26’da ormansızlaşmanın durdurulması konusunda alınan kararlar ve dünyadaki ormanların çoğunun yer aldığı ülkelerin ormanları koruma çabalarını güçlendirme taahhüdü bu açıdan oldukça önemliydi. Tarım alanlarının açılmasının engellenmesi, yasadışı tomruk ticaretinin önüne geçilmesi ve orman vasfı kaybettirilen alanların yeniden ormanlaştırılması en azından mevcut karbon yutaklarını koruma noktasında önemli adımlar. Bir yandan ormansızlaşma ve kaçak ağaç kesimlerini konuşuyor olmanın ironisi devam ederken ilerleyen yıllarda bazı meraların ve arazilerin tekrar ormanlaştırılması, turbalık ve bataklık alanların “ıslahı” konusunda gelişmeler olmasını da bekleyebiliriz. Bu kulaklarda iyimserlik olarak yankılansa da, hali hazırda Hollanda ve Almanya’da sulak ve turbalık alanların tekrar suyla buluşturulması, bu arazilerdeki toprak içeriğinde yer alan karbon miktarındaki artışın takibi gibi uygulamalar çoktan hayata geçirilmiş vaziyette[i].
İklim değişikliği ile mücadele ve küresel ısınmanın 1,5 C ile sınırlandırılması en önemli karbon yutak alanları olan okyanuslar ve denizler için de hayati önem arz ediyor. Atmosferin ve dolayısıyla okyanusların ısınması okyanuslarda çözünen karbondioksitin salımını hızlandırarak okyanusların karbon yutağı olmaktan net karbon kaynağı haline gelmesine neden olabilir. Okyanusların genişliği ve yutaklık yaptığı karbondioksit miktarının büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda bu durum zincirleme olarak birçok felaketi meydana getirecek bir durum olarak ele alınıyor. Isınan okyanusları kirlilikten korumak nispeten mümkün olsa da yutaklık yapma özelliğini geri kazandırmamız ancak küresel ısınmayı durdurmak ve tersine çevirmek ile mümkün. Bunun içinse karbon yakalama ve depolama teknolojilerini bir kenara bırakırsak karasal karbon yutak alanlarının niteliğinin iyileştirilmesini, ormansızlaştırmanın durdurulmasını ve ekonomik faaliyetler için kullanılan alanların restorasyonunu gerekli kılıyor.
Dünya’nın buzullarla kaplı olmayan alanının %75’i insan faaliyetleri nedeniyle değişime uğramış durumda ve bu alanlarda gösterdiğimiz faaliyetler bu alanların tekrar karbon yutağı haline getirilmesi için belirleyici durumda[ii]. Madalyonun bir yüzünde büyük bir kriz olarak görünen bu durum eğer iklim dostu tarım ve arazi kullanımı uygulamalarının hayata geçirilirse küresel emisyonların toprağa gömülmesi konusunda büyük katkı sağlayabilir. Bu noktada “Yeşil Devrim” ile endüstriyel uygulamalara maruz kalan ve organik madde oranı gittikçe düşen tarımsal arazilerde organik madde miktarını artıracak uygulamalar, endüstriyel hayvancılık yerine çayır ve meraların yönetimine dayanan hayvancılık uygulamaları her geçen gün daha çok ön plana çıkıyor ve önem kazanıyor.
Bütüncül bir yaklaşımla ele alındığında karbon yutak alanlarının öncelikli olarak tekrar önceki vasıflarına yaklaştırılması ve ekonomik faaliyetlerin devam ettiği alanlarda restorasyon ve iklim dostu üretim alanlarının değerlendirilmesi önem arz ediyor. Bu uygulamalar aynı zamanda tehdit altındaki biyoçeşitlilik için insan müdahalesinin olmadığı alanların azaltılması, üretim sahalarının da yaban hayatına alan yaratan bir paradigmaya kayması için bir şans. Yaban hayatının son kalesi olan ve resmi idarelerin denetimi altındaki alanlardaki koruma ve yaban hayatı geliştirme, yeniden yabanıllaştırma uygulamaları da koruma alanlarının karbon yutma kapasitelerini artırmak adına günden güne daha çok ön plana çıkıyor. Özel sektör, “enthusiastic” girişimciler ve kamu kurumlarının – veya birbirleriyle işbirliği halinde olarak -farklı alanlarda geliştireceği projeler, teknolojinin merkezi rol oynadığı “mega projelerden” daha büyük fırsat ve ümitleri içinde barındırıyor.
[i] https://www.dw.com/tr/alman-h%C3%BCk%C3%BCmetinden-turbal%C4%B1klar%C4%B1-koruma-stratejisi/a-63728408
[ii] Living Planet Report, Bending the Curve of Biodiversity Loss, WWF,2020
Murat Ünal / 04.01.2023
Diğer Bloglar